0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

27. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"DUMAN VE KALBİ."

Yıllar önce, Galata Lisesi.

Genç adamın kalp ağrıları günden güne çoğalıyordu.

Ağzının kenarındaki sigara ince ince yanıyor ve genç adam, oturduğu taşın üzerinden etrafı gözetliyordu. Saçlarını taramaya dahi zahmet etmediği için dağınık tutamlar inatçı bir tavırla alnına düşüyor, elinin sürekli saçlarını düzeltmesine sebep oluyordu. Sigarayı dudağının kenarından çekip aldı ve ucunda biriken külü silkerken, herhangi bir öğretmenin olup olmadığına dikkatle baktı. Sigarayı parmaklarının arasında dengeleyip tekrar dudaklarına yaslarken, elinin biriyle gömleğinin yakasını düzeltti.

Dudağının kenarında haylaz bir tebessüm oluştu ve sevgisizlik canına tak etmiş gibi onu görme isteğine kapıldı. Bakışları kalabalık içinde onun vücudunu, gür, siyah saçlarını aradı ve çok geçmeden onu herkesten ayırt edebildi. Kalbi, bir dakikada atabileceği kadar atışı sadece birkaç saniyede attı ve bedeni bu hızlanan atışların gücüyle sarsıldı.

Ruhunu kuvvetle toparlayan bu his, kalbini dağıtıyordu.

Yanında, sürekli beraber takıldığı bir kızla beraber okul binasından içeriye yürüyor, arkadaşına bir şeylerden bahsediyordu. Duman, onu görmenin etkisiyle biraz bocaladıktan sonra duvarın üzerinde biraz daha yükselerek baştan aşağıya süzdü. Üzerinde pileli, mini bir etekle beyaz okul gömleği vardı. Oldukça sıska olmasına rağmen belirgin vücut hatları vardı. Diz altlarına kadar çektiği siyah çoraplarını giymişti. Sigarasını ağzından çekerek sertçe dudağını ısırdı ve rüzgâra kapılan simsiyah saçlara baktı. Esmer kız güzeldi, çekiciydi; onun kalbine doğrudan zararlı bir etkendi. Kız adı gibi mahşer yeri kadar sıcaktı.

Ona daha yakından bakmak için aşağıya inmesi gerektiğine karar verdi. Duvarın üzerinden atlayıp sigara izmaritini ayağının ucuyla ezdikten sonra vakit kaybetmeden çatı katından inmeye başladı. Hiçbir öğretmene yakalanmak istemiyordu, korktuğundan değil ama oturup dakikalarca azar işitmekten hoşlanmıyordu. Onu gören birkaç arkadaşının selamını alarak ikinci kata kadar indi ve koridorun başında durarak kızın sınıf katına baktı.

Sırtını duvara dayadı ve saçlarını el yordamıyla düzeltti. Kıza yakışıklı görünmek istiyordu. Saçlarından sonra gömleğinin yakalarına da el attı ve yakalarını özenle düzeltip gömleğinin uçlarını pantolonunun içerisine sokuşturdu.

Herkesin sınıfına yetişmeye çalıştığı koridora baktı ve diğer merdivenlerden çıkan kızı gördüğünde ağzının içinde bir küfür yuvarladı. Zaten hasta olan kalbi, çeşitli sebeplerle artış hızını artırdığında bünyesini gerçekten yoruyordu ama bu kızı böyle aniden görmek, hepsinden daha beter bir etki yarattı. Kaburgaları teker teker kalbine doğru batar gibi olduğunda bakışları perde gibi kısıldı ve kehribar gözleri bakır bir hançer sivriliğinde parladı. Kızın saçları o kadar gür ve uzundu ki, bazen o kadar saçı taşırken başının ağrıyıp ağrımadığını bile düşünüyordu. Sırıttı ve kızın sırtına doğru çarpan koyu saçlara yutkunarak bakarken, kızın omzuna bir elin yerleştiğini görerek duraksadı.

Dilini dişlerinin arasına alarak, daha da kısılan gözlerini hafifçe yan tarafa çevirdi. Kolunu Mahşer'in omzuna doğru atan bu çocuğu tanıyordu; on birinci sınıflardan Furkan'dı. Çocuğun zırt pırt Mahşer'in yanında bitmesine ayar oluyor, kendini kontrol etmekte zorlanıyordu. Aslına bakılırsa çocuğun cesaretini kıskanıyordu. O gidip kolunu Mahşer'in omzuna atamıyor, dilediği gibi onunla konuşamıyordu. Tüm bunları yapmasını isteyen de kalbiydi, tüm bunları isteyip yapamamasına sebep olan da kalbiydi. Elini ensesine atarak saçlarının diplerini çekiştirdikten sonra beklentiyle kıza baktı. Mahşer çocuğun omzunun altında sınıfa doğru ilerlerken onun sorularına cevap veriyor, bir yandan da gözleriyle etrafı tarıyordu.

Kimi arıyordu?

Ne zaman görse gözleri fıldır fıldırdı.

Çekip gidecek oldu ki, Mahşer'in omzundaki kolu iterek kendi sınıfına doğru koştuğunu gördü. Şu kız arkadaşı da onun ardından koşmaya başlamıştı. Mahşer'in üzerinde siyah bir mont vardı ama önünü bile kapatmamıştı. Elinde kırmızı beresiyle sınıfa girip gözden kaybolmadan önce kızın sallanan kalçasına bakarak homurdandı. Mini etekleri seviyor olmalıydı. Yanaklarını şişirerek, onu bakışlarıyla uğurladı ve hemen sonrasında Furkan'a doğru ilerledi.

Furkan'ı arkadaşlarının arasına girmeden hemen önce, gömleğinin arkasından yakalayarak boş koridora doğru çekmeye başladı. Çocuk beklenmedik hareketle sendeledi ve kafasını Duman'a doğru çevirdi.

"N'oluyor lan? Sen kimsin?"

Duman arkadaşlarının müdahalesine aldırmadan çocuğu koridora doğru çekiştirirken, "Seni dövmem için adımı bilmen gerekmiyor," diye cevapladı.

Etraftan geçen birkaç öğrenci çıkacak olan karmaşadan ürkerek oradan uzaklaştığında, Duman karşısındaki çocuğun gözlerine baktı. Bu gözlerin o gözlerin karşılaştığı şey olmasından nefret ediyordu; iliklerine kadar.

Çocuk, yüzündeki sorgulayıcı ifadeye uyumlu şekilde kaşlarını kaldırarak, "Derdin ne?" diye terslendi. "Beni biriyle mi karıştırdın?"

"Hayır." Duman gömlek yakalarından daha sıkı tutarak dişlerini sıktı ve soğuk bir kinle bakışlarını daha da yakınlaştırdı. "Bizzat seni dövmek istiyorum."

"Oğlum, bir git işine ya..."

Çocuk kendisini itecek olduğunda, vücudunu duvara daha sert bastırarak elleriyle onu silkeledi. "Diyeceklerim var, kulaklarını iyi aç."

Duman karşısındaki çocuktan daha uzun ve iriydi; zaten ondan yaşça büyüktü de. "Mahşer'den uzak duracaksın, çünkü adam gibi arkadaş olmayı beceremiyorsun. Eline koluna sahip çıkacak, o seninle konuşmadıkça onunla konuşmayacaksın!"

Tüm vücudu kasıldı ve kelimeler daha vurgulu bir şekilde dudaklarından döküldü. "Ben kendimi onu uzaktan izlemeye mahkûm etmişken senin rahatça ona yaklaşmana tahammül edemiyorum, anlıyor musun?"

Karşısındaki çocuğun şaşkınlığını umursamadan ellerini yakasından çekti ve birkaç adım geriledi. Çocuk, şaşkınlığın vermiş olduğu duraksama yüzünden ne yakasını düzeltebiliyor ne ağzını açabiliyordu. "Anlaşıldı değil mi?"

"Arkadaşız biz," diyebildi genç adam, bir dakika kadar sonra. Ayakları vücudunu geriye götürüyor, Duman'dan uzaklaşıyordu. "Birden öyle görüşmeyi kesersem ne diyeceğim Mahşer'e?"

Duman ileriye atılacak gibi olduğunda, çocuk kaçma girişiminde bulunarak daha hızlı şekilde geriledi. "Sen kimsin ki Mahşer'in umurunda olacaksın?" diye kısık bir hiddetle bağırdığında, yanlarından geçen bir kız onlara baktı. "Bundan Mahşer'e bahsetmiyorsun."

"Bela mısın lan?"

"Belanım lan, ne yapacaksın?"

Çocuk uzaklaşmaya devam ettiğinde, Duman da parmağını ona doğru sallamaya devam etti. Mahşer'e bahsedecek olursa bundan haberdar olurdu ve bunu şimdi hiç istemiyordu. Çocuk az sonra üst katın merdivenlerini tırmanarak gözden kaybolduğunda, kendi yaptığına inanamayarak homurdandı. Sırtını duvara dayayıp yumruklarını da sırtıyla beraber yasladı ve kafasını arkaya vurarak gözlerini yumdu. Başa çıkabildiği şeyler vardı ama başa çıkamadığı şeyler de vardı. Bazı şeyler elle tutulmaz, gözle görülmezdi ama hissedilirdi. Duman, Mahşer'i gördüğü ilk günden bu yana, her anını ona doğru koşacakmış gibi hissederek geçiriyor ama ona koşamıyordu. Aslında günden güne fark ediyordu ki, ona koşmasına gerek de kalmamıştı. Mahşer zaten artık ondaydı, onunlaydı, ondan biriydi. Yumruklarını biraz daha sıktı. Eğer kalbi delik olmasa gidip elinden tutmak için bir dakika bile beklemezdi. Kalbi delikti ve Mahşer o delikten içeriye sızmıştı.

Yaşamak için aradığı güçlü sebebi ölüm ensesindeyken bulmuştu.

🥀

Gidecek yerim yokken sana gelmedim,
Gidecek yerim vardı,
Ama yine sana geldim.

Çoğu zaman dururdu, konuşurdu, bağırırdı, sataşırdı, takılırdı, kızardı, susardı... Bazı zamanlar ben cehennemsem, cennet senin neyine, derdi. Bazı zamanlar ben boğulurdum, bazı zamanlar o beni boğardı. O beni boğarken ellerini kullanmazdı, gözleriyle yapardı. Ben ellerimi kullanırdım, onu boğardım ve sonra boğduğum o denizden çıkarıp suni teneffüs yapardım. Onu boğardım, sonra çekip öperdim.

O bende boğulurdu, ben de onda yanardım.

Kollarımı bedenime dolamış arabanın ön koltuğunda oturuyor, camdan dışarıya bakıyordum. Duman yanımda araba kullanıyor, ağzını açıp tek kelime söylemiyordu. Onu boğduğum denize, tutup elimden beni çekmişti ve şimdi sanki beni öpen oydu. Ben onu öldürmek için defalarca kez boğmak zorunda kalmıştım ama onun beni öldürmesi için bir kere denize çekip bir kere öpmesi yetmişti. Cinayetinin sus payı, öpücükleriydi.

Hâlâ bir şeyleri net olarak kavrayamamış olsam da artık emin olduğum bir şey vardı.

Duman beni sevmişti.

O deftere benim adımı yazmıştı.

Benim hissettiklerimi o da hissetmişti. Sınıfta, okul sırasında onu öptüğümde gözleri kapalı olsa da kalbi atmış, onu ondan habersizce öptüğümü fark etmişti.

Aklım almıyordu, neden birimiz çıkıp bir şeylerden bahsetmemiştik.

Seni seviyorum, gibi şeylerden.

"Ne yaptın?" diye sordum, bir saatten daha fazla süren sessizliği bozarak. "O gün seni öptüm ve koşarak sınıftan çıkıp gittiğimde, arkamdan ne yaptın?"

"Sınıfa ilk geldiğinde gerçekten uyuyordum," dedi aynı sakinlikle. "Ama biliyorsun, benim uykum hafiftir. Ayakkabılarının sesini duyunca uyandım, sınıftaki herhangi biri olduğunu düşündüğüm için gözümü açmadım ama bana yaklaştığında... Seni bir şekilde tanıdım."

Bu, sorduğum sorunun cevabı değildi, o an neden bir şey yapmadığını daha çok merak ediyordum. Duman sessizliğimi fırsat bilerek, "O an zaten gözlerimi hiç açamadım," dedi, sesindeki tavır hiç değişmemişti. "Yanıma geldiğine inanamıyordum, çok şaşkındım, ne tepki vereceğimi bilememiştim... Sonra sıcaklığını hatırlıyorum, ellerini, nefesinin yaklaştığını, dudaklarını... Beni öptün ve o an kilitlenip kaldım, hiçbir şey yapamadım."

Cümlesinin sonlarına doğru sesindeki içtenliğin arttığını hissettim ve dönüp ona bakmaya daha fazla korktum. Kahretsin ki kendimi çok savunmasız, çok aptal, çok... onunla dolu hissediyordum ve ağzımı açtığımda ilk aşkımdın diyecek olmaktan korkuyorum. Son kaldın.

"Sadece bir öpücüktü."

"Sınıftan çıkıp gittiğine emin olana kadar gözlerimi açamadım," diyerek anlatmaya devam etti, sesinde artık hiçbir şey yoktu. Sanki anlattığı şey ben değildim. Ben neydim? 

"Gözlerimi açıp kendime geldiğimde gerçekliğini sorguladım, inanamadım ama o rujunun dokusunu bile hâlâ hissedebiliyorum. Emin olmuştum, sen de bana karşı boş değildin."

"Peki neyi bekledin? Gelip bir şeyler söylemek için?"

"Geçersin sandım."

Geçeceğimi sanmış... "Geçtim mi?"

"Hayır, çoğaldın."

Azalamamak, her gün çoğalmak...

"Dur," dedi Duman, ben daha konuşmadan. "Senin yerine kendimi acıtayım. Ben böyle dedim diye sen de şimdi ama sen bende azaldın diyeceksin. Dersin, beklerim."

Hâlâ camdan bakıyor, dönüp onunla yüzleşemiyordum. Dedim ya, çok savunmasızdım ve bu halde onunla yüz yüze gelirsem beni boğduğunu görürdü. "Aradan çok uzun seneler geçti," dedim, kaskatı bir sesle.

"Mahşer, böyle konuşmaya devam edeceksen hiç konuşma."

Zaten dudaklarım birbirine çarptığı için konuşmakta zorlanıyordum. Yumruklarımı çözdüm ve kollarımı kendime dolayarak ileri geri sallanmaya başladım. Tamam, evet; itirafı beni çok etkilemiş, adeta sersemletmişti. Suratıma tokat gibi inmişti ve ben çok uzun zaman sonra gerçekten ağlamak istiyordum.

"Söyleyecek daha başka şeylerin yok mu?" diyerek konuşmasını sürdürdü stabil bir sesle. "Senin de itiraf edecek bir şeylerin yok mu?"

Benden konuşmamı mı istiyordu? Ben dinlemekte iyiydim, konuşmakta değil. Ona karşı hislerim hakkında ne düşünüyordu? O, beni unutamadığını itiraf etmişti ve benim de aynı şekilde onu unutamadığımı mı düşünüyordu? Ne diyecektim? Hissetmeyi istemediğim şeyleri hissediyordum ama bahsedebilir miydim? Duman sen bende derin bir kesiksin, ben sende çiziğim.

"Neden sustun?" diye sordum ona, yine. "Neden geçip karşıma hislerinden bahsetmedin. Bu işler cinsiyetle değil belki ama genelde erkekler gelip açılır, bahseder..."

Duman'ın boğazından bir ses çıktı, gülmekle ah etmek arasında bocalamış gibi belirsiz bir sesti. "Gelip bir şey diyemezdim. Çünkü seni seven yerim zaten ölüyordu."

Kalbi.

"Bunun için mi?" diye sordum, sesimin titrememesi için üstün bir çaba sarf ederek. "Kalbin delik olduğu için mi gelip benimle konuşmadın?"

Araba sert bir dönüşle beraber başka sokağa girdiğinde sarsıldım. "Bir daha yollarımız kesişmeseydi ben isteyerek senin karşına çıkmazdım Mahşer."

"Lisede, bana gelip bunları anlatsaydın ben yine seninle olmayı seçerdim. Kalbinin hasta olması bunu değiştirmezdi."

Arabanın içini derin, ürpertici bir sessizlik kapladı.

"O öpücükten sonra gelmeyi istedim, yalan yok." Sesindeki soğukluk kelimeleriyle o kadar alakasızdı ki, sanki gelmekten değil de gitmekten bahsediyordu. "Ama ölüm gerçeğini o kadar benimsemiştim ki, arkamdan üzülmesinler diye hayatıma kimseyi almıyordum." Bir an sustu. "Baksana Mahşer, benim bir arkadaşım bile yok!"

Evet, Duman'ın Ömer'den başka hiç arkadaşı yoktu. Hatta Ömer doktorluğunu yapmasa onunla bile görüşeceğini sanmıyordum. Ellerimle çıplak kalan kollarımı ovuştururken, kelimelerin boğazımda tıkandığını hissettim.

"Hayat böyle ilerlemez. Sırf kalbin delik diye insanları hayatına almaman gerekmez. İnsanlara da seçim hakkı vermelisin. Belki seninle geçireceği zaman az bile olsa buna razı gelirler, nereden biliyorsun?"

Kırmızı ışıkta durduğumuzda, "Mahşer, bundan yıllar önce benim iyi bir kalbim vardı," dedi, aynı mesafeli sesle. "O zaman insanları üzmeyi istemezdim, bu yüzden arkamdan ağlamasınlar diye de hayatıma kimseyi almıyordum. Zamanla kalbim hissizleşti ama bu bir tür alışkanlık haline geldi, yapamıyorum, insanları öleceğimi bilerek hayatıma alamıyorum."

"Çok sevgisiz büyümüşsün," dedim, onun sevgisiz bakışları gözlerimin önünde belirirken.

"Doğrusun," dedi yalanlamadan. Artık öyle bir noktaya gelmiştik ki, birbirimizi yalanlamak, doğruları inkâr etmek faydasızdı. "Ben sevgi nedir bilmem. Ne annem bir tarafına taktı beni ne de babam. Bir Ada vardı işte, daha da başkasını alamadığımdan hayatıma, kimse tarafından sevildiğimi hissetmedim."

"Annem ve babam beni severdi," dediğimde Duman derin bir iç çekti ve fısıldadı. "Ben de seni severim."

Konuşmayı bildiğimi söylüyordum ama onun kadar bilmiyormuşum. O çıkarıp yüreğini ortaya koyuyordu, ölecek olmanın verdiği cesaret, onu güçlü kılıyordu.

"Sen diyebilir misin?" Duman üstüme gelmeye devam etti ama sesi hâlâ buz gibiydi. "Sen bana seni seviyorum diyebilir misin?"

"Yıllar önceydi..."

"Unutamazsın sen beni." Onu sevip unutmuş olmamın düşüncesi, hiç sevmemiş olmamın düşüncesinden daha ağır gelmiş olmalı ki bağırmıştı. "Doğruyu söylemeye cesaretin yoksa yalan da söyleme."

Dudaklarımı birbirine bastırarak sustum ve haklı kızgınlığının geçmesini beklerken camdaki yansımama baktım. Bir kısmı karanlıkta kalan yüzümde, tamamlanmamış bir sayfanın üzerinde bekleyen cümleler vardı sanki.

"Zaten bunları konuşmak gereksiz," dedi Duman, az önce bağıran kendisi değilmiş gibi kısıkça. "Geriye kalan hayatımın tamamını neredeyse hastanede geçireceğim, o yüzden tüm bunlar manasız."

"O zaman niye anlattın?" diye sordum, öfkemin yüzeye çıktığını hissederek. "Zaten susmuştun, neden biraz daha susmadın?"

"Yanımda sustuklarımı da götürmek istemedim."

Öleceği fikrine ilk kez bu kadar hazırlıklı olduğu için bahsetmek istediği şeyleri söylemişti ve bu en doğal hakkıydı; onu sorgulayamazdım. Bana söylediği cümleler aklımdan çıkmıyordu. Beni sevdiği, beni beklediği, kendini bana sakladığı... Ben okul koridorlarında, onu arayarak gezerken o durup beni izliyordu. Ben düşüyordum, onun dizleri acıyordu.

"Beni ilk ne zaman gördün?" dedim gözlerimi kapalı tutmaya devam ederek. Sersem kalbim heyecan ve beklenti içine girmişti. "Ben senden küçüktüm, sen lise son sınıfa gidiyordun. Hiç ihtimal vermezdim.”

"Saçların çok güzeldi," dedi, dalgın bir sesle. Gözlerine bakmaya korkmasam dönüp bakmayı çok isterdim. "Bir gün okuldan içeriye giriyordun, yanında Çisem vardı. Ben de en üst kattaydım, kulaklığı takmış müzik dinliyordum. Kalbim dolayısıyla zaten okulu sürekli aksatmış, iki sene sınıfta kalmıştım, bu yüzden etrafımdaki arkadaşlarımın davranışları bana çocukça gelirdi. Tek takılmayı severdim, bu da bana seni izleme fırsatı veriyordu..." Ellerim terlerken kalbim müthiş bir devinimle beraber göğsümü zorladı. "O gün bahçeden içeriye girerken gözüm sana takıldı, simsiyah saçların öyle dalgalanıyordu ki bir süre gözümü senden alamadım. Kırmızı beren de vardı. Benden küçüktün, belliydi ama olgun görünüyordun. Yüzün çok güzeldi, yanakların, dudakların... O zaman gülümsüyordun tabii, şimdiki gibi suratsız değildin. Bin yıl geçse unutmam o anı, çünkü ben o andan sonra iflah olmadım."

"Senin yüzünden sigaraya başladım," dedim aniden, onun kalbimi açıp daha derine inmesinden korktuğum için daha fazla konuşmasını istemiyordum. Sen daha ne kadar ben olacaksın? Beni benlikten çıkarana kadar mı? Duman arabaya bindiğimiz zamandan beri ilk kez benden tarafa döndü. "Sen içiyordun, ben de güzel bir şey olduğunu düşündüm. Senin yaptıklarını yapmak hoşuma gidiyordu. Bir gün sigaranı yarım bırakıp yere atmıştın, ben de sırf senin sigaran diye alıp içmiştim. Yani... o şekilde başladım sigara kullanmaya, yoksa daha önce içmiyordum."

Duman derin bir sessizliğe gömüldü. Kalbim genişlemiş, kocaman olmuştu ama yine de bir tek onu alıyordu. Çünkü kalbimde büyüyüp kalbimi genişleten oydu. "Ben de senin yüzünden ilk okul kavgamı ettim," dedi, sesindeki mesafe bir nebze kırılmıştı. "Furkan denen zibidiyi hırpaladım."

Furkan... Aklımı zorladığım yarım dakikadan sonra ağzım bir karış açıldı ve gözümün önüne birden fazla görüntü geldi. Furkan liseden bir arkadaşımdı, benden hoşlanıyordu ama onu geri çevirdiğim için arkadaş kalmıştık. Onun morarmış, yaralı bir yüzle okula geldiğini hatırlıyordum. Duman yüzünden miydi?

Omzumun üzerinden döndüm ve gözlerini gördüğümde, azgın bir nehirde ters yüzerken buldum kendimi. Denizin üstünde bile yanmaya devam eden bu şeyi söndürmeye kimin gücü yeterdi? O nehrin gürül gürül akan suyuna kapılarak ona doğru çekildiğimde, Duman da benim gibi uzandı ve bir daha beklemeden vücudumu kolları arasına çekti. Elleri sırtıma yerleşti ve beni kafesledi. Artık ne ben nehrin üstündeyim ne de o. İkimiz de battık.

"Artık söylenecek hiçbir şey kalmadı," dedi Duman, sesinde hakikat vardı. "Yaşanacak şeyler kaldı."

Kollarımı hiç olmadığı kadar sıkıca onun boynuna doladığımda, Duman zorlanarak da olsa beni kaldırdı ve kucağına doğru çekti. Artık beni kaldırırken zorlanıyordu. Bunu fark etmek içimi sızlattı. Bunları fark etmek, ölüme olan yakınlığını fark etmek demekti.

"Neden titriyorsun?" diye sorduğunda, kalbim göğsünde çarpıyordu. "Buz kesmişsin."

"Beni fark etmediğini sanıyordum," dedim, alnımı kırıştırarak. "Senin için hiçbir şey ifade etmediğimi düşünüyordum."

"Sen susmaya devam ederken ben de böyle hissediyorum."

Bir şeyler duymayı istediğini biliyordum ama cümleleri toparlayamıyordum. Elini enseme yerleştirerek başımı omzundan kaldırdığında şikâyet etmeden dilediğini yaptım ve onunla yüz yüze geldim. Kucağında olduğum için yüzlerimiz aynı hizadaydı ve bakışlarımız arasında bir köprü kurulmuştu.

"Dikenlerinin hakkını veriyorsun," dedi ve kurumuş dudakları telaşsız şekilde beklentiyle aralanmış dudaklarıma yaslandı. "Gül Dikeni."

Beni öpmeye başladığında ona karşılık verdim. Dudaklarımız sertçe buluşurken, ellerimiz saçlarımızın arasına karıştı. İtirafından sonra duygusal olarak ona yakınlaşmıştım ve bunu kelimelerimle belli edemiyorsam bu şekilde belli edebilirdim.

Ellerim, onu çıplak bırakma arzusuyla beraber üstündeki tişörtün uçlarına indiğinde, "Dur," dedi, beni öpmeyi bıraktığı bir kısa anda. "Eve çıkalım."

"Geldik mi?" diye sordum. "Burada kalabiliriz."

Beni öpmeye devam ederken parmaklarını da enseme daha sıkı doladı. "Dur," diye yineledi, soluk soluğa. "Böyle olmaz."

Onu öpmek için uzandığımda beni itti ve sanki şimdi yapmasa hiç yapamayacakmış gibi arabanın kapısını açtı. Serin hava yoğun şekilde içeriye süzülürken, Duman altımdan sıyrıldı ve ben koltuğa düşerken arabadan çıktı. Elime uzanmasını bekledim, elime uzandı. Parmaklarımız kavuştuğunda beni çekti ve arabanın içinden çıktığımda kapıyı ardımdan kapattı. Başımı omzuna yasladım ve adımlarına ayak uydurdum.

Dairenin önünde durduğumuzda anahtarıyla kapıyı açtı ve peş peşe içeriye girdik. Işığı yakmaya lüzum görmedi, ayakkabılarımızı çıkarıp doğrulduğumuzda karanlığın içinde yolumu bulmama yardım etti. Vücudundaki sıcaklığı ve yoğunluğu, aramızdaki elektriği ve tutkuyu iliklerimde hissediyordum. Duman salonun önünden geçerken duraksadı ve kapıyı açıp içeriye bakındı. "Aferin," diye mırıldandı. "Muhammet yokluğumuzda Ada'nın odasına girmemiş."

Koltuğun üzerindeki silueti görüp onun Muhammet olduğunu anladım. "Onun hakkında ne düşünüyorsun?"

"Yalan söylemediğini." Cevabı düşünceliydi. "Ama Ada'ya olan hislerinin doğruluğundan emin olamam."

Yüzümü ceketine doğru sürttüm. "Öyle olmasa Bursa'dan buraya kadar gelmezdi Duman."

"Ada'yı incitmeyeceğine emin olana kadar aralarında duracağım."

"Bu bir şeyi göstermez," dedim ve ekledim. "İnsanlar çok sevseler de birbirlerini incitebiliyor."

"O da doğru. Yalnız benden yakışıklı gibi, bir ayar olmadım değil yani..."

Başımı kaldırdım ve yarım bir dönüş yaparak yanından önüne doğru geçtim. Karşısında durduğumda Duman hâlâ düşünceli gözlerle Muhammet'i izliyordu. Topuklu ayakkabılarım üzerinde gerilemeye başlarken onu da elinden kendimle beraber çektim. Tek kaşını kaldırdı ve onu çekmeme izin vererek telaş etmeden ilerledi. Topuklu ayakkabılarım zeminde tiz sesler koparırken, odanın kapısı önünde durdum ve kapıya dönmeden, gözlerimi ondan ayırmadan kapıyı açtım.

Kapıdan içeriye girip onu da kendimle beraber çektiğimde, Duman arkasından uzanıp kapıyı kapattı ve odasında yalnız kaldığımızda beklemeden birbirimize uzandık. Avuçlarımız yüzlerimize yerleşti ve dudaklarımız bir öpücükle birleşti. Parmak uçlarımda yükseldiğimde neyi istediğimi anlayarak elinin içini belime koydu ve ayaklarımı tamamen yerden kesti. "Ne yapıyoruz?" diyerek ağzımın içine soluduğunda, "Bilmiyorum," diye cevap verdim. "Daha önce hiç yapmamıştım."

Dudakları dudaklarımın üzerinde kıvrıldı.

Beni dengede tutmaya çalışırken bir yandan da öpücüğüme karşılık vererek yatağa ilerliyordu. Gövdemi ona yasladığımda, kalbim sağ tarafında kaldı ve onun kalbi de benim sol tarafıma yaslandı. Yatağın önünde eğildi ve benimle kendini yatağa bıraktı. Sırtım soğuk çarşaflara temas ettiğinde, Duman beni yukarıya doğru itti ve ellerimi alarak başımın üzerinde tuttu. "Hayatım boyunca senden başka bir kadını öpmenin hayalini kurmadım," dedi nefessiz kalmış vaziyette. "Sanırım bir daha yollarımız karşılaşmasaydı kimseyle beraber olmadan ölecektim."

"Hâlâ kimseyle birlikte olmadan ölebilirsin," diyerek ona takılırken, aynı zamanda öpücüklerine karşılık veriyordum.

"Hiç sanmıyorum," diye cevap verdi ve başımın üzerindeki bileklerime daha sıkı bastırarak beni savunmasız bıraktı. Hastalığı gücünden eksiltiyor olsa bile hâlâ güçlüydü ve benimle başa çıkabiliyordu. Başımı kaldırıp dudaklarını daha yoğun öperken, Duman da bizi engelleyen yastığı kenara fırlattı.  "Bacağımı deldin," diye homurdandı ve o an bir kez daha ayakkabı topuğumun bacağına doğru battığını fark ettim. Ayağımı çekecek oldum ki, bir elini çıplak bacağıma koyarak buna engel oldu. "Hayır, kalsın."

"O zaman şikâyet etme," diyerek homurdandıktan sonra dudaklarımı dudaklarından sıyırdım ve çenesine doğru sürükledim. Kafasını hafifçe arkaya iterek bana boynunda yer açtığında, "Elimi de bırak," dedim ve bileğimi çektim. Bileklerimi serbest bıraktı ve avuçlarını yatağa yasladı. Kollarımı boynuna doladım ve parmaklarım saçlarının arasına karışırken, dudaklarım sakallarına sürtünerek boynuna indi. "Kalbin ne durumda?"

Ansızın elinin içini başıma yasladı ve başımı aşağıya doğru ittirerek kalbime yasladı. Kulağım tam anlamıyla kulağına denk geldiğinde, bana neyi göstermek istediğini anladım. "Ne durumdaymış?" diye sordu başımın üzerine.

Kendimi kalp atışlarının sesine bıraktım. Kalbi düzensiz bir ritimde ama ne için olduğunu bilerek çarpıyordu. "Çok hızlı," dedim, kalbiyle beraber yükselirken. "Ama güzel de, dinlemek hoşuma gitti."

Başımı kalbinden kaldırdı ve parmaklarını çeneme yerleştirerek yüzümü kendisine doğru yaklaştırdı. Dizlerinin üzerindeydi ve benim sırtım yerden ayrılmış, kollarımın ona olan dolantısıyla dengede durabiliyordu. An an dudaklarıma yaklaşırken, "Konuşmuyorsun, bari hissettir," dedi ve isyan edercesine dudaklarımdan öptü. "Çünkü benim ölmeden önce duymayı istediğim şeyler var."

Dizlerimin üzerinde yükselmeye başladığımda Duman ne yaptığımı anlamayarak kaşlarını çattı. Ondan yüksekte olup onun başını göğsüme denk getirebildiğimde, elimin içiyle ensesine baskı uyguladım ve bana yaptığı gibi yanağını kalbime doğru yasladım. "Duy o zaman," dedim hızlı olan kalp atışlarımı kastederek. "Ben konuşmayı beceremem ama gösterebilirim."

Duman yarım dakika kadar orada kaldı ve yüksek sesli kalp atışlarıma kulak verdi. Bir eli beni sırtımdan yatağa düşmemem için tutuyor ve nefesi gürültüyle göğüslerimin arasından akıyordu. "Ölürken de umarım duyduğum son şey bu olur."

Hayır, sürekli bundan bahsetmesini istemiyordum. Hatta bundan nefret eder hale gelmiştim. Gözlerimi yumdum ve dudaklarımı kanatırcasına ısırdığımda, kalbimdeki ağırlığın azaldığını hissettim. Başını göğsümden kaldırmıştı ve bunu yapmadan önce iki göğsümün arasına, terli tenime bir öpücük kondurmuştu. "Senin için bir kalp bulabilirim," diye fısıldadım ve içgüdülerime güvenerek ıslak ağzına yaklaştım. "Gerekirse birinin kalbini söküp seni kurtarabilirim."

Konuşmasına, şaşkınlığını belirtmesine imkân tanımadan onu öpmeye başladığımda sırtımı sertçe yatağa yaslayarak kendimi bana yapıştırdı. Gövdemde ve kasıklarımda onun gövdesini ve kasıklarını hissediyordum. İç içe geçmiştik, kemiklerimiz birbirine batıyordu. Ellerimiz vücutlarımızda gezinirken arzuyu dudaklarımızdan çıkardık. Aniden baş aşağıya denize düşmek gibiydi, ya da birinin sizi kafanızdan su dolu olan bir bidona bastırması gibi. Sevgisiz gözleri demiştim, bütün dünyayı sevgiyle kurtarabilirdiniz ama sevgisizlik dünyanızı hep aşağıya çekerdi. Onunla biz birbirimizi aşağıya çekiyor ama ölmemek için kafamızı bazen suyun içinden çıkarıyorduk.

Birbirimizi boğuyor, sonra çekip öpüyorduk.

Parmak uçlarım gömleğine uzandığında Duman bana kolaylık sağlamak için yüzünü yüzümden uzaklaştırdı. Göz temasını asla bozmadan gömleğinin düğmelerini çözerken, "Bunu sahiden yapıyor muyuz?" dedi. Sesinde korku mu vardı?

Gözlerimi yavaşça açtım ve şaşkın yüzüne baktım. Kalbi o kadar hızlı bir ritim tutturmuştu ki ne zaman inip ne zaman alçaldığını bile anlamıyordum. Bir alttaki düğmeye geçerek çözdüğümde, "Sadece öpüşüyoruz," dedim.

Duman alt dudağını sertçe ısırarak elleri üzerinde sabit durmaya çalışırken, "Beni soyuyorsun," dedi ve imalı şekilde benim üzerimdeki elbiseye baktı.

"Elbisemin altında ne olduğunu biliyor musun?" dedim ve ellerinin üzerinde durmakta zorlandığını görerek o düşmeden önce ben onu düşürdüm. Duman'ı yatağın yan tarafına düşürerek üzerine çıktım ve karnına doğru oturarak ellerimi gövdesine yasladım. Ellerini iki yanımdan belime yerleştirerek bana avuçlarının istediğinde nasıl şefkatli olabileceğini gösterdikten sonra dudaklarını ıslattı. "Şaka yapıyorsun değil mi Mahşer?"

Neden bahsettiğimi anlamıştı ama buna ihtimal vermiyordu. Dudağımın kenarını kıvrıldığımda, Duman'ın gözleri ağzımda asılı kaldı. Dağılmış rujumun bir kısmı onun dudağına bulaşmıştı. Ağır, tehlikeli nefeslerimiz evin içini doldururken, gömleğinin son düğmesini de çözerek yakalarını ayırdım ve onu tamamen çıplak bıraktım.

Parmak uçlarımı göğsünden aşağıya tekinsizce, yumuşakça indi. Kemikleri canına batıyor gibi hırıltılı nefesler alıyordu.

"Gittikçe zayıflıyorsun," diye bir tespitte bulunduğumda vücudu kasıldı ve ölümün soğukluğu bir kez daha hançer kadar keskin şekilde vücutlarımıza indi. "Ben sana zarar veriyorum değil mi? Yanında olduğum her an kalbin yoruluyor."

"Ecelim geldiğinde ne yapabilirim ki Mahşer?" Duman'ın sesindeki sıcaklık bir anda mesafeye dönüştü ve sanki üşümek ruhumda başladı. "Az bekle, daha yapacaklarım mı var diyeceğim? Öyle ya da böyle, seninle ya da sensiz... Öleceğim ve bu olduğunda senin yanında olmak istiyorum."

"Neden?" dedim boğazıma oturan yumruyla.

"Gözünün kenarından, benim için akacak olan o yaşı görmek için," dedi ve gülümsedi. O an cümlesi mi daha dokunaklıydı tebessümü mü bilemedim. Bildiğim o an bir parça öldüğümdü. Zaten kim bir anda ölüyordu ki? Ben biraz biraz ölüyordum.

Bakışlarımı kaçırdım, ilk kez ağlamayacağım demedim. Kemikli, ince parmaklarına baktım ve dudaklarımı parmak boğumlarına bastırdım. Kalbi, yorgun bir ağaçsa, elleri o yorgun ağacın hâlâ yemyeşil görünen yaprakları gibi güzeldi. Bir ağaca yaslanana kadar o ağacın çürümüş olduğunu fark edemezdiniz. Ona ne zaman yaslandım, o zaman anladım ki bu ağacın gövdesi ihtiyarlamıştı.

"Giyemeyeceğimi mi düşünüyordun?" diye sordum az önceki konuya dönerek. "Giydim işte."

"Bunu..." bakışları karnımın aşağısına düştüğünde gözlerinin rengi birkaç ton koyulaştı. "Söylemesen iyiydi."

"Sadece söylemek istedim," diyerek elini uzaklaştırmaya başladığımda, Duman itiraz dolu bir inilti çıkardı. "Mahşer, çok insafsızsın."

Omuz silktiğimde Duman homurdanarak beni üstünden itti ve yan dönerek bana sırt çevirdi. Gözlerimi devirdim ve düşmemek için yatağa tutunurken, "Bu ne şimdi?" Diye homurdandım.

"Mızıkçılık yapıyorsun," diye şikâyet etti, dik dik duvara bakarken. "Gösterip elletmiyorsun.”

Gözlerimi devirdim, mızıkçılık yaptığımı söylüyordu ama bana sırtını çevirip yatan oydu. Kendimi düzeltip dizlerim üzerinde yatağın yukarısına tırmandım ve çenemi omzuna yaslayarak bacaklarımı onun gibi aşağıya uzattım. Duman ellerini dizlerinin arasına yerleştirmiş, yarı çıplak vaziyette karşısındaki duvara bakıyordu. Kolumun birini önden geçirerek beline sardığımda, "Dokundun," dedim mırıldanarak. "Asıl sen mızıkçılık ediyorsun."

"Sağ ol ucundan dokundum." Gözlerini devirdiğini hissettim, sırtıyla beraber beni itmeye çalışıyordu. "Yapışma be."

"Be deme!”

"Ha!" Abartılı şekilde konuştu. "Geldi Mahşer."

Dişlerimi sertçe omzuna geçirirken, "Çocuk gibisin," dedim. "Resmen küsüp sırtını döndün."

Yanağımı omzuna yerleştirdim ve elimi kalbinden uzakta tutarak onun gibi duvara bakmaya başladım. Birileriyle bir aradayken pek eğlenmezdim, doğrusu hiçbir insan benimle eğlenemezdi; huzursuz, geçimsizdim. Bir insan bende huzuru bulamazdı, o zaman Duman hasta kalbine rağmen neden benimleydi?

 "Neden beni yanında tutuyorsun?" diye sordum, dalgın dalgın. "Sana hiç huzur vermiyorum, aksine hep huzursuzluğa sebep oluyorum."

"Senin verdiğin huzursuzluğu bir başkasının vereceği huzura tercih ederim."

Sessizliğe gömüldüm.

Çünkü bu böyledir. Ağır bir yaranız varsa soluklanmadan ayağa kalkamazsınız.

O bir sürelik sessizlikten sonra, "Böyle bir insan olmayı ben istemedim," dedim dürüstçe. "Bana, böyle bir insan olmayı dayattılar."

"Hiçbir acı, kötülüğün bahanesi olamaz."

"Ama hissizlik?" dedim, ruhsuzca. "Ya hissizlik, göz göre göre yaptığımız kötülüklerin bahanesi olamaz mı?"

Duman bir müddet sustu. Belki de o an yapılacak en anlamlı şey susmaktı, çünkü konuşarak hiçbir yere varamamıştık. Yine buradaydık, onun evinde, onun yatağında, onun ölümünün gerçekliğinde... Onun sıcak çarşaflarında aramızda ikimizden başka bir şey daha vardı; soğuk bir ölüm.

"Eline dokunduğumda kalbi titreyen bir kadın, bana hissizlikten bahsedemez."

🥀

Ağır ağır ölen tek şey Duman değildi. Onunla ruhumdu. O fiziksel şekilde ölürken ben ruhumla ölüyordum ve bu gerçekten oluyordu. His kayıpları, boş bakışlar, için çekiliyormuş gibi hissetmeler, canını yakan şeye karşı tepkisiz kalmak, susmak, daha çok susmak, umudu kesmek, hayalleri kesmek...

Alçakta süzülen bulutlara baktım ve onların karamsarlıklarına iç çekerek elimdeki kahveden yudumladım. Camın kenarında oturmuş, etrafı izliyor ve ara ara ihtişamlı Galata Kulesi'ne bakıyordum. Hâlâ Duman'ın evindeydim, öğleden sonraydı ve uyanalı bir saat kadar olmuştu. Uyandığımda Duman hâlâ uyuyor ve Ada ile Muhammet kahvaltı hazırlıyordu. Geçmiş onlara yardım etmiş, sonra Duman'ı uyandırmış, hep beraber kahvaltıya oturmuştuk. Duman Muhammet ile Ada'ya dik dik bakarak çocukları gerginlikten öldürmüş, masanın altından attığım tekmelere boş bakışlarla karşılık vermişti.

Kahvaltıdan sonra annemi aramış, iyi olduğundan emin olduğumda kendime kahve yaparak salona geçmiştim. Uyandığımda geceden kalma elbisemle rahat olamayacağımı bildiğimden Duman'ın bir kapüşonuyla şortunu giymiştim. İkisi de dizlerime kadar inerek komik görünse de umurumda değildi. Kahvemden birkaç yudum daha alırken, gözlerimi bulutlardan çekerek Muhammet ile Ada'ya çevirdim. İkisi de aynı koltukta, karşılıklı olarak oturuyor ve parmak güreşi yapıyorlardı. Elleri birbirinin içine yerleşmişti ve başparmakları sürekli hareket halindeydi.

Ada'nın sesli gülüşüyle kahve bardağını ağzımdan çektiğimde, onun Muhammet'in parmağını kıstırdığını gördüm. Gözlerinin içi parlamıştı. "Beş olan yeniyordu, yendim."

"Normalde hiç de yenilmem aslında," dedi Muhammet, yenildiği için üzgün görünmüyordu. "Çok başarılıydın, tebrikler."

Ada elini onun elinden yavaşça çekti ve, "İlk defa oynadım," dedi, bunun bir kusuru olduğunu düşünmüş olmalı ki utandı. "Hayret, nasıl kazandım ki…"

Salak mısın, bilerek kaybetti dememek için kendimi zor tuttum ve sevimliliklerine gözlerimi devirdim.

"İstediğin her şeyi yapabilirsin," dedi Muhammet, onu izlerken. "Yani... Biz konuşurken inatçı olduğunu anlamıştım. Çünkü sana on dakika geç cevap versem inat ediyor, bir sonraki mesajda yirmi dakika sonra cevap veriyordun. Ben bir gün sonra cevap versem sen diğer mesaja iki gün sonra cevap veriyordun."

Burnumdan bir ses çıktı, afallama belirtisiydi. Ada utanarak dümdüz saçlarını yanaklarına doğru serpti. "Tesadüf olmuştur, bilerek yapmıyordum," diye inkâr ettiğinde çak bir beşlik dememek için dilimi ısırdım. Aferin kızım.

Muhammet çarpık şekilde güldü. "Saçların ne kadar düz..."

"Evet, doğal olarak düz."

"Acaba..." Muhammet ensesini kaşıdı. "Dokunup bakabilir miyim?"

"Seni camdan uçururum." Son derece sakin bir sesle kurulmuş cümleyi duyduğumuzda başımızı arkaya çevirdik ve Duman'ı gördük. Kapının ağzında, doğrudan Muhammet’e bakar haldeydi ve kaşları bir hizada çatılmıştı. "Dokunabilir miyim ne lan?"

"En azından nazik," dedim, nezakete düşkünlüğüm olmadığı halde, sırf Duman'ı gıcık etmek için. "Beyefendi gibi izin istiyor."

Duman bakışlarını bana döndürerek, "İstediğin nezaket mi?" diye sordu ciddi ciddi. "Benim kardeşim nazik olduğu için nezaketi hak ediyor, sen nazik misin?"

Gözlerimi devirerek bakışlarımı önüme çektiğimde, "Kötü bir şey demedi," diyerek durumu açıkladı Ada. "Sadece saçlarımı merak etmiş."

Duman tamamen salona girip ikisinin oturduğu koltuğun önüne kadar yürüdü ve Muhammet'e doğru eğildi. Muhammet Duman'dan pek korkmuyordu, bu yüzden bakışlarını asla çekmeden ona karşılık verdiğinde, "En azından korkak değil," dedi Duman, onaylar gibi. "Sevdim."

"Abi," diyerek çıkıştı Ada, sesinin tonunu biraz yükselterek. "Ne diye korkacak ki senden? Biraz adil olur musun? Sen sürekli Mahşer abla ile dip dibesin, ben gidip Mahşer ablaya abime dokunma diyor muyum?"

Duman başını Ada'ya çevirdi ve onun su yeşili gözlerine uzun uzun baktı. "Kırılmanı istemiyorum Ada."

"Ada'yı kırmayacağım," diyerek araya girdi Muhammet, kendinden emin sesle. "Sen bizim birbirimizi tanımadığımıza inanıyorsun ama tanıyoruz. Aramızda mesafeler yoktu, yollar vardı sadece. Geldim, Ada beni istediği sürece de burada olacağım."

Duman koltuğun önünden ayrılırken, "O zaman kendine kalacak yer bul," dedi.

Muhammet, "Buldum bile," diye cevap verdi hepimizi şaşırtarak. Duman’la bakıştıklarında sırıttı. "Karşı daireniz boşmuş."

Duman hırladı. "Hadi oradan lan."

Muhammet sırıtmaya devam ederken, Ada saklamaya çalıştığı bir sevinç ifadesiyle ona döndü. Öyle ki, abisinin küfrünü bile duymazdan gelmişti. "Karşı daireye mi taşınacaksın?" diye sordu.

Duman oturduğum koltuğun boş kısmına oturarak kollarını asabi bir tavırla göğsünde kavuşturdu ve onların gülüşmesini izledi. Ona gözlerimi devirirken, "Yanımda bir miktar param var," dediğini duydum Muhammet'in. "Zaten çalıştığım yerden o parayı almayı bekledim sana gelmek için."

"Ben senden gelmeni istememiştim aslında," dedi Ada, bir anda üzülmüştü. "Benim yüzümden neden yaşadığın yeri terk ettin?"

"Beni orada tutan bir şey zaten yoktu," dediğinde Ada şefkatle gülümsedi. Sanırım aralarında bizim bilmediğimiz bir şey vardı. "Ben zaten zor tutuyordum kendimi sana gelmemek için."

Ada heyecandan konuşamadı ve başını önüne eğdi. Masumiyete bazı anlarda, bazı bakışlarda rastlayabiliyorduk, ya da kırpışan kirpiklerde... İkisinin arasındaki o ağır hava, çekim sessizce devam ettiğinde Duman rahatsız olmuş gibi öksürdü ve her ikisinin de dikkatini çekti. "Sen çıkıp geldin ama ailen, okulun yok mu?"

Muhammet'in gözlerinden bir duygu geçti ama o kadar hızlı bir geçişti ki bu duyguya isim vermek için zamanım bile olmamıştı. "Dediğim gibi, beni bağlayan kimse yoktu. Okumuyor, çalışıyordum. İşten ayrılınca da soluğu burada aldım."

Sanırım okusa üniversitede olacaktı ama çalışıyordu. Çok normal, kimsenin hayat şartları aynı şekilde değildi sonuçta. Duman kafasını sakince sallayarak onu onayladığını belirtti.

"Doğrudur. Herkes okuyacak diye bir şey yok zaten, senin de yetenekli olduğun başka şeyler vardır."

Sanırım Muhammet'e karşı ilk kez bu kadar anlayışlıydı. Ada da bunu fark etmiş olmalı ki, hakiki bir sevgiyle Duman'a baktı. Muhammet Duman'ın kendisine olan anlayışıyla rahatlayıp "Gitar çalarım ben," dedi. "Zaten mekânda çalıyordum, eksiksiz her şarkıyı çalabilirim."

"Bak sen." Duman düşünceli şekilde çenesini sıvazladı. "Benim bir tanıdık var, mekânı tanıdık. Çalışmak istersen konuşurum."

"Eyvallah."

Ada abisinin ve hoşlandığı çocuğun iyi anlaştığı görerek sırıttı ve ikisine de hayranlıkla baktı. Evet, ona hak veriyordum. Ada çok hezimete uğramış, erken yaşta olgunluğa erişmiş bir kızdı ve mutlu olmayı hak ediyordu. O da bizim yaşadıklarımızı yaşamış olmasına rağmen saflığını koruyabilmişti.

Biz o gece ailemizden başka bir şeyi daha kaybetmiştik. Birbirimizi. O yüzden Ada'dan farklı olarak hayata karşı daha kindar daha nefret doluyduk. O geceden önce birbirimizi okulda, koridorda, kantinde, yani görmeyi istediğimiz çoğu yerde görebiliyorduk fakat o gece bizden bunu da almıştı. Birbirimizden birbirimizi almak bizi tamamen nefessiz bırakmıştı.

Burnumdan derin bir nefes alarak dudaklarımı ıslattım. Sigara istiyordum, acil bir tane içmeliydim. Etrafta sigara paketi arandım ama görünürde yoktu. Benimki çantamdaydı, çantam da arabada. Salonda sigara paketini göremeyerek omuzlarımı düşürdüğümde, Duman'ın eli odağıma girdi ve parmaklarının arasındaki sigarayı bana uzattı. "Bir öpücük verirsen sigarayı veririm."

Kaşlarımı çatarak uzandım ama Duman daha hızlı davranarak elini geriye çekti. Birbirinden farklı renkteki gözlerimi ona çevirdiğimde, suratını suratıma yaklaştırarak yüzümün önüne geçti. Bu şekilde karşı koltukta oturan Muhammet ile Ada'yı göremiyordum. Duman kolunu başımın kenarından uzatarak elini koltuğa yerleştirdi ve böylece alanımı kısıtlamış oldu. "Gözündeki boya akmış."

"Maskara," diyerek elimi refleksle gözaltıma götürdüm. "Yakından bakma, öcüye benziyorum."

"Gözünün birisi yeşil, birisi mavi."

Bunu ilk kez fark ediyormuş gibi konuşması deli ediciydi. "Hadi canım," diyerek onu alaya aldım.

"Sanki harelerindeki duygular da farklı," dedi ve gözleri gözlerimi daha iyi görebilmek için kısıldı. Kaç kalp atışı vardı aramızda? O bazen maskesizdi, bazen maskeli, bazen iyi, bazen kötü... Ama benim aksime kalp atışları hep gözlerinden okunurdu. "Mavi olan daha soğuk bakıyor, yeşil olarak daha sıcak."

"Renkleriyle alakalıdır," dedim ve o an bir aynada gözlerimi görmeyi istedim. Sahiden bahsettiği gibi miydi? "Yeşil daha sıcak bir renk ya hani..."

Duman alnını alnıma doğru yasladı ve şeytanın cebinden günahlarını çalmış gibi sinsilikle gülümsedi. Benimkinden daha geniş ve sıcak olan alnı yumuşakça alnıma sürtünürken, burnu da yavaşça burnuma sürtünüyordu. Dudaklarımız arasında yalnızca bir an vardı. Dudaklarımız arasındaki mesafe sanki kapanmayan bir yara gibiydi. Kapansa hissedilen acı dinecekti. Ellerim kapüşonun uzun kolları arasında kaybolurken, Duman sakinliğimi fırsata çevirerek saçlarıma uzandı ve kulağımın arkasına yerleştirdi. "Benim için hangi gözünden vazgeçersin?"

Alay ettiğini varsayarak, "Maviden," dedim ve sırıttım. "Yeşil olanı daha çok seviyorum."

"Ben senin için iki gözümden de vazgeçerim."

Bunun alayla verilmiş bir cevap olmadığını, ciddiyet barındırdığını anladığımda sırıtan dudaklarım aşağıya bükülerek düz bir çizgi halini aldı. Benim için neden iki gözünden vazgeçecekti ki? Benim neyim buna değerdi? Ben buna değmezdim. "İnsan iki gözünden öyle kolay vazgeçmez," dedim, yalnızca onun duyabileceği bir sesle. "Allah aşkına, ben buna değmem ki."

"Değip değmeyeceğin benim bileceğim iş," diye homurdandı ve dudakları yüzüyle beraber hafifçe alçalıp burnumun üzerine bir ıslak öpücük bıraktı. "Şimdi veriyorum desem ne yapabilirsin ki?"

Zaten yakınımda olan yüzüne uzandım ve dudaklarımı sırasıyla sol ve sağ gözünün üzerine yumuşakça bastırdım. "Öperim."

Yapmış olduğum şeyi hiç beklemediğine emindim. Dudaklarım gözkapağının üzerinden ayrıldı ve başım tekrar arkaya düştü. Gözleri, cennete kıyısı olan bir cehennem gibiydi. Gözleri bana kıyıydı ama ben onun cenneti değildim. Eli kucağımın arkasında kaldı ve dudakları o yarayı kapatmak ister gibi dudaklarıma yaklaştı. Çocukların bizi göremeyeceği açıda olduğumuz için bana bir öpücük vermekten çekinmedi ve bir anlığına bana şefkatli davrandı.

"Senin dikenlerin acıtıyor ama onlar olmadığı zaman da kuzuya dönüşüyorsun Mahşer."

Aniden burnumu ısırdığında çığlık atmamak için elimi ağzıma kapattım ve suratımı geriye çekmeye çalıştım. Resmen acıtarak ısırıyordu.

"İnşallah sümüğüm ağzına düşer," diye mırıldandım ama sesim boğuk olduğu için Duman bunu anlamadı ve dişlerini çekerek ısırdığı yere bir öpücük kondurdu.

Gözlerimi tam gözlerine odakladığımda, pencereden içeriyi dolduran güneş ışıkları Duman'ın yüzünde belirdi. Alınlarımız hâlâ birbirine yaslıydı ve dudaklarımızın arasında, aşılması kalplerimizce talep edilen bir mesafe vardı.

Duman, o kalbi yerine bırak; çünkü avucunda tuttuğun her şey ölmeye mahkûmdur. Duman dur... O kalp avuçlarında kalsın, çünkü hâlâ canlı kalabildiği tek yer orası. 

Kalbimi avuçlarında sıktı ve beni öldürmeden önce diyebildiğim tek şey şu oldu:

"Ne o avcım? Yoksa kalbimi yerinden söküp kendi kalbin yerine koymak için mi peşimden koşuyorsun?"

Kapı zili beklenmedik anda çalarak Duman'ın konuşmak için aralanan dudaklarının örtülmesine sebep oldu. Alnıma sert bir öpücük kondurarak derin derin soluklandı ve ikinci kez çalan zille beraber doğruldu. "Benim kapım bu saatte çalmazdı."

Hararetten kızarmış olmalıydım, çocukların bunu görmesini istemeyerek koltuktan kalktım ve çıplak ayaklarla odanın çıkışına ilerledim. Banyoya gidip yüzüme su çarpmak istiyordum. Fakat kapının dışından duyduğum boğuk konuşmalar adımlarımın o tarafa doğru ilerlemesine neden oldu. Duman'ı gördüğümde omzunun üzerinden baktım. Kapıda üç tane, yelekleri içinde polis memuru vardı ve en öndeki memur şöyle diyordu:

"Dediğimiz gibi beyefendi, kendisi hakkında ciddi suç duyuruları var. Adam yaralayıp suçu bir başkasının üzerine attığı hakkında deliller sabit. Emniyetimize Faruk Alanguva tarafından suç duyurusu yapıldı, hanımefendiyi zorluk çıkarmadan alalım..."

BÖLÜM SONU.